Şeyh Said Gerçeği Bölüm-5: Basının İsyana Yaklaşımı
Dönemin tek kitle haberleşme aracı gazeteleri. Ankara rejimi, basını denetim altına almış, ışık sızdırmayacak biçimde, koyu bir “sansür” uygulamaya başlamıştı. Kanlı olaylar sürerken, Türk kamuoyu isyandan habersizdi. Olaylara ilişkin ilk haber, 16 Şubat 1925 tarihinde, basında görülmeye başladı. Fakat isyanı duyuran, haber veren değil, olayları çarpıtarak, küçük, basit bir ”zabıta vak’ası” gibi gösteren propaganda niteliğindeydi, bu da.
16 Şubat 1925 tarihinde yarı resmi Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan haberde şöyle yazılmıştı:
“Şubat’ın 13’ncü günü Ergani’nin Piran köyündeki Jandarma müfrezesi ile civara gelen Şeyh Said Bediüzzaman ve avanesi arasında bir çatışma olmuş, telefon ve telgraf hatları tahrip edilmiştir. Yetişen kuvvetler üzerine Şeyh ve avanesi kaçmışlardır. Telefon ve telgraf tamir edilmiştir.”
Haberden anlaşıldığı gibi isyan liderinin adı bile yanlıştı. İsyanın lideri olarak haberde Bediüzzaman (Saidi Nursi) gösteriliyordu. 50
Aynı gazete ertesi günkü haberinde, “tenkil” (yok etme) harekatının başladığını, bu amaçla uçakların bölgeye gönderildiği yazıyordu. Gazete, “tenkil”in başladığını duyuruyor, ama “ne olmuş da tenkile geçilmiş?” sorusuna cevap vermiyordu.
Bu arada Ankara, Abdülhamit döneminde İngiltere’nin vesayetinden, Almanya’nın himayesine geçildiğinden beri süregelen geleneksel alışkanlıkla bu olayın sorumlusu olarak İngiltere’yi işaret etmeye başlamıştı. Cumhuriyet gazetesi, bu yüzden “ne olduğunu” açıklamadığı olaylardan söz ettikten sonra, “Ankara, bu işte İngiliz parmağı olduğu fikrindedir” diye yazıyordu. 51
Rejimin resmi yayın organı Hâkimiyeti Milliye gazetesi 16 Şubat 1925 günkü sayısında şu haberi veriyordu:
“Şubatın 13’nde, Ergani’nin Piran köyünde bulunan jandarma birliği ile o yörede bulunan Hınıs’lı Şeyh Said’in adamları arasında çatışma çıkmış ve iki jandarma ölmüştür. Saldırganlar şiddetle takip ediliyor.”
Aynı gazete, iki gün sonra, “kuvvetlerimizin takibinden kaçan Şeyh Said’in, 150 kadar yandaşı ile birlikte Genç’te olduğu” haberini yayınlıyordu.
Gazetenin haberi devam ediyordu:
“Genç, birkaç yüz haneli küçük bir vilayetimizdir. Birkaç gün içinde bu eşkıyaya hak ettiği cezanın verileceği muhakkaktır.”
Gazete, “eşkıyaya hak ettiği cezanın verileceği”ni yazıyordu. Ama Genç’te ne olduğunu saklı tutuyor, okurunu merak içinde bırakıyordu.
Gazeteler, olaylardan yaklaşık on gün sonra, ilk kez “isyan” değimini kullanıyorlardı. Fakat gerçeğin özüne dokunmadan, ne olduğu bilinmeyen “Piran olayı”nın etrafında dönüp dolaşmaya devam ediyorlardı.
Hâkimiyet-i Milliye gazetesi 23 Şubat 1925 tarihli sayısında, şu haberi yazmıştı:
“Piran’da Şeyh Said adında birinin, başında topladığı birkaç avanesi ile beraber jandarmamıza karşı giriştiği saldırıdan sonra, meydana gelen olaylar üzerine hükümet, yörede bulunan güçleri isyanın tenkili (yok edilmesi) için olay yerine göndermiştir. Tamamlayıcı bilgilere göre, asilere kumanda eden Öğretmen Fahri öldürülmüş ve ‘ussat’ perişan edilmiştir.”
Egemen güç, isyanı kamuoyundan gizliyordu. Ama gazeteler 24 Şubat 1925 tarihinde bölgede sıkıyönetim ilan edildiğini bildiriyordu.
Tekrar Diyarbakır muhasarasına dönecek olursak, Şeyh Said, mahkemede bir soru üzerine şöyle diyordu:
“Diyarbakır’a hücum kararımızın dışında, acele hareket edilerek erken başladı. Çeşitli silahların ateşi sabaha karşı direnişimizi kırınca çekilmeye karar verdik. Olay sırasında kente girmeyi başaran 120 kadar askerimin akıbeti meçhul kalmıştır. Askerlerime 6 gün evlerinde kalmak üzere izin vererek Kazkar bölgesine geldim. Orada 5–6 gün kaldım. İzin verdiklerim 8 gün sonra geldiler. Geldiklerinde ben batı yönündeki Tılham Köyündeydim. Gece Siverek yollarını tutmuştuk. Yalnız Mardin yolu açıktı. Oradan hükümet askerleri Diyarbakır’a geliyordu. Bu yolu tutmak üzere Dengecük, Cabar, Sakiri, Hacıleylek, Gevzalan ve Karakilise köylerine gittik. Burada Siverek’ten milis askerleri ve 100 atlı kadar hükümet askerinin geldiğini haber aldım. Bu cepheye 100 kadar adam gönderdim. Bunlar hükümet askerlerini mağlup edip, milislerden 80 esir alarak geri döndüler. Ben o sırada Çaksor köyündeydim.”
Behçet Cemal’in yazdığına göre Diyarbakır muhasarasının başarısızlıkla sonuçlanması, ihtilalcilerin moralini bozmuş, o ana kadar sessiz kalmış bazı Kürt aşiretleri, Türk devletinin şiddetinden korunmak için karşı tutum takınmıştı.
Kürtlerin ele geçirdiği kent ve kasabalar başta Genç, Hani, Lice, Bingöl, Varto ve Elazığ olmak üzere tümü el değiştiriyordu.
Şeyh Said, moral çöküntüsünün yarattığı rüzgâra kapılıp, dağılmaya başlayanları savaşmaya zorlamadı. Gönüllü olarak ayağa kalkanları gönülleriyle baş başa bıraktı.
Bu arada yeniden toparlanıp gerilla savaşını başlatmak üzere, dağlara çekilmeye, gerekirse İran’a çekilmeye karar verdi. Tuttuğu yeni yolun yarısında, bacanağı Binbaşı Kasım’ın kurduğu tuzakta kaldı.