Şeyh Said Gerçeği Bölüm-5: Yenilgi ve Dış Destek Dedikleri
Isyanin başarısız olmasının nedenleri
Şeyh said’in isyanı, hazırlıksız, zamansız, erken başlamış bir ayaklanma ve devlet tarafından zorlanarak patlatılmış bir öfke birikimiydi.57İsyancıların çoğu silahsızdı. Sopasını kapıp ayaklanıp katıldığı bir isyan. İsyan ateşinin yakıldığı asıl bölge, aşiret ve aile ilişkilerinin iç içe olduğu Erzurum’un güneyine düşen dağlar yayıydı. Hınıs, Varto, eski adı “gonik” olan Karlıova yöresi…
Halk isyan etmeye hazır, ama isyancıların hazırlığı, örgütlenme ağı ve kitlelerin birbiriyle koordineli ilişkisi yoktu. Silahlanmadan komuta kademesinin oluşturulmasına, savaşçıların eğitimine kadar hazırlıksız başlayan bir isyandı bu.
Organize olmamış, nerede ne zaman ne yapacağını, kimden emir alacağını da bilmeyen köylü kalabalığının ani isyanı.
Asıl önemlisi iletişim kopukluğu yüzünden, bazı bölgelerin isyandan haberlerinin bile olmamasıydı. İsyan genel destekten yoksundu.
Ayrıca, isyancıların karşı karşıya bulunduğu ordu disiplinli, düzenliydi. Ordu geleneği, tek başına bir güçtü. Silah üstünlüğü de tartışmasızdı.
İsyancılar silahlarının önemli bölümünü mağlup ettikleri birliklerden karşılamışlardı. Şeyh Said’in ifadelerinde anlattığına göre, yenilen birliklerden top ve başka ağır silahlar geçiriliyor, fakat bunları kullanabilecek eleman bulamadıkları için tahrip ediyorlardı. Daha önce savaşmış köylüler ordunun topları gürleyince paniğe kapılıyordu,”demir kuş” dedikleri uçaklar morallerini altüst ediyordu.
Bazı kürt kesimlerinin saf değiştirip Kürtleri arkadan vurması yenilginin diğer bir nedeniydi. Ağrı yöresinin etkin kişiliklerinden Kör Hüseyin Paşa başlı başına bir faktördü. Bu Hamidiye Paşası, isyan fikrinin öncülerindendi. Fakat ilk darbe olan Yusuf Ziya ve Halit beylerin tutuklanmasından hemen sonra korkmuş, kabuğuna çekilmiş, ardından saf değiştirmişti.
Dersimliler, Karakoçan bölgesinin etkin liderlerinden Necip Ağa’ya tepkiliydiler. Çünkü o, Osmanlılar döneminde, Hamidiye Alayları’nın başında, Dersim’e girmiş, halka zarar vermişti. Şeyh Said, Dersim tepkili diye Necip Ağa’yı isyana katmamış, o da önce tarafsızlığını ilan etmiş, sonrasında arkadan vurmaya başlamıştı.58Dersim ise en azından yansız kalacağını bizzat Şeyh Said’e taahhüt etmişti. Şeyh Said ise son ana kadar, Dersim’in imdada geleceğine inanıyordu. Bu beklentiyle, batı cephesi komutanı Şeyh Şerif’e sık sık notlar yazıyor ve “Dersim’de lehimize bir gelişme var mı?” diye soruyordu. Fakat bazı Dersim aşiretleri, o sırada eski hasımları Necip Ağa ile birleşmiş, isyancıları arkadan vurup köyleri talana başlamışlardı.
Şeyh, bunun üzerine batı cephesi komutanına, Dersim’e tarafsız kalacaklarına ilişkin olarak verilen söze bağlı kalmalarını hatırlatması talimatını veriyordu. Şeyh Şerif bu amaçla, Elazığ’da, Dersim eski mebusu Hasan Hayri Bey’le buluşuyor ve Hasan Hayri aşiret önderlerine “tarafsızlığınızı koruyun” diye telgraf çekiyordu. Hasan Hayri, 1926 yılında, bu yüzden idam edilerek öldürülüyordu.59
Siverek ve Diyarbakır yöresinin bazı aşiretleri de, “arkadan vurma” hareketine katılmışlardı. İsyan bölgesinde yaşanan manzaralardı, bunlar.
İsyanın adeta engelsiz, hızla yayılması, Kürt önderlerini umutlandırmış, nihai zaferin yakınlığına inandırmıştı. Fakat asıl hedef olan Diyarbakır’ın zaptın başarısızlıkla sonuçlanması sonun başlangıcı olmuştu.
Abdülmelik Fırat, “Yenilginin nedenleri” arasında, Halit Bey faktörünü öne çıkarıyor ve şöyle diyordu:
“Bu konuda kendi görüşlerimi değil, Şeyh Said Efendi’nin oğlu ve kayınpederim olan Şeyh Ali Rıza Efendi’den bizzat dinlediklerimi nakledeceğim. O, olayın içinde, sıcak ortamında bulunmuştu. Ali Rıza Efendi, sonucu birçok sebebe bağlıyordu. Sebeplerden birincisi; hazırlıklar erken açığa çıkmış, karşı tedbirler alınmaya başlamıştı. Fakat erken haber almanın tahribatı tamir edilmeyecek gibi değildi. Zaten böyle geniş ve genel halk yığınlarına dayanan hareketleri gizli tutmak da mümkün değil. Bu işe baş koyup çalışmaya girişenler, her şeyi hesaplamışlardı. Asıl tahribat Albay Halit Bey’in yavaş hareket etmesinden kaynaklanıyor. Halit Bey, bütün askeri hazırlıklardan sorumlu kişiydi. İsyanın hareket noktası, politik çalışmadan çok, halkın silahlı güç olarak hazırlanmasına bağlanmıştı. Fakat bütün bunlardan sorumlu rahmetli Halit Bey, sanki gelip tutuklamalarını bekler gibi, Erzurum’da evinde oturuyor. Hem örgütleme ve organizasyonda yavaş hareket ediyor, hem de bir türlü Erzurum’dan ayrılıp el altından uzaklaşmıyor. Organizasyon eksikliği de büyük, Kendisinden sonra gelecek ikinci bir askeri kişiyi bile tespit edip görevlendirmiyor. Kimseye görev ve sorumluluk vermiyor. Kendisi tutuklanınca her şey başsız kaldı. Halk ne yapacağını bilemez oldu. Yeni baştan yapılan organizasyon da zaman darlığı yüzünden yetiştirilemedi. Hâlbuki Şeyh Said Efendi, onun görmesi gereken olayları uzaktan bakarak görüyor; 1924 yazında, karşı tedbirleri, hazırlıkları ve ortalıkta dolaşan ajanları sezinliyor, Halit Bey’i ikaz ediyor. Erzurum’dan ayrılmasını istiyor.
Ama Halit Bey çok rahat bir insandı. Şeyh Sait Efendi’nin uyarılarına da aldırmıyor. Çok geçmeden Bitlis eski Mebusu Yusuf Ziya Bey tutuklanıyor.
Artık tehlike ortada açık olduğu halde, Halit Bey Erzurum’daki konağında oturmaya devam ediyor. Şeyh Said Efendi, onun bu korkusuz rahatlığına sinirleniyor. Bir kere daha ikaz ediyor. Bir pusula yazıp gönderiyor. Diyor ki:
“Etrafında dolaşıyorlar. Erzurum’daki konağında oturup Kürt köylülerle sohbete dalacağına komutan olarak işinin başına geç. Erzurum’dan ayrıl. Halkın arasına karış. Askeri hazırlıklar yap.
Fakat rahmetli Halit Bey çok geniş, çok rahat bir kişiydi. “Efendi fazla büyütüyor. Bir şey olmaz.” diyerek Erzurum’da kalmaya devam ediyor. Adeta tutuklanmasını bekliyor. Çok geçmeden de, gelip onu konağından alıyorlar.
Bu olay çok şeyi etkiledi. Harekât başarısız kaldı. Geride kalanlardan kimsenin askeri ve savaş tecrübesi yoktu. Bu haliyle zaten askeri nosyondan yoksun olan hareket, Şeyh Said Efendi’nin kişiliğiyle yürüyordu. Şeyh Said Efendi’de Kasım’ın tuzağında esir düşünce, halkı sürükleyen lider kalmadı.”
Şeyh Said’in oğlu Şeyh Ali Rıza isyan günleri boyunca babasının yanındaydı. Babasının tutsak düşmesinden sonra, bir süre kaçak yaşamı, ardından yurt dışına çıkmış, yeniden isyan “için “Hoybun”un kuruluşuna katılmış, genel af ilan edilince dönmüş, cezaevine girip çıkmış, sürgünde kalmıştı. Şeyh Ali Rıza daha sonra köyü Kolhisar’a dönmüş ve atalarının medrese geleneğini sürdürüp dini eğitim vermeye başlamıştı.60
Diyarbakırda türklerin oyunu
Melle Şafii anlatıyor:
“Diyarbakır başarısızlığının nedenini Ali Rıza Efendi’nin ağzından dinledim. Türkler, kendi askerlerini Kürtler gibi giydiriyorlar. ‘Şal u şapık’ içinde Diyarbakır sokaklarına dökülüyor. Kürtçe “yaşasın Şeyh Said!” diye bağırarak, kadınlara el atıyor, boyunlarındaki altınları çekip alıyor, evleri, mağazaları yağmalıyorlar. Halk bunları gerçekten Kürt sanıyor. ‘Şeyh Said bunun için mi ayaklandı?’ diye tepki duyuyor. Desteğini esirgiyor, kimi karşı cephede yer alıyor, kimi de kapısını kilitleyip içeriye kapanıyor. Şeyh Said bu olaylara çok üzülüyor. Gerçeği anlatmak için çırpınıyor. Muhasarayı kaldırmanın tek nedeni bu değil tabii: ama bunun da etkisi oluyor.”
Asıl neden bu olmasa bile, “isyanın kırılmasında” provokasyonların etkisi vardı. Cephe gerisinde halkı isyancılara karşı kışkırtmak, tepkici kılmak üzere, parayla tutulmuş ajan provokatör birlikleri oluşturulmuştu. Bunlar köylere kadar yayılmış, şehir sokaklarını ise kontrolleri altına almışlardı.
“hele yüzüme tükür, sonra anlatayım” diyen Diyarbakırlı
Kışkırtıcı ajanlar ordusunun bireylerinden biri de Liceli bir gençti. Dönemin bu genci, 1980’ler Diyarbakır’ının “dede” diye hitap edilen “rengi”ydi.“dede” gündüzleri, şehir merkezindeki köşede oturuyor “o günleri anlatır mısın?” diyenlere, “hele yüzüme tükür, sonra anlatayım” cevabını veriyordu. Sonra anlatıyordu:
“O zaman, çocukluk ile delikanlılık arasında bir yaştaydım. Şeyh Said’in askerleri Diyarbakır surlarını sarmışlardı. Türk askerleri surların içinde mahsurdu. Bizde içerdeydik. Silahlar patlıyor, surların tepesinde toplar gürlüyordu. Ortalık gürültü patırtı içindeydi. Şeyh Said’in askerlerinden surları aşıp içeriye girenler vardı. Kimdi şimdi hatırlamıyorum ama bir adam biz çocukları, delikanlıları topladı. Bize para verdi. Evleri, dükkânları talan etmemizi istedi. Dükkânlardan alacaklarımız bizim olacaktı. Birde dönüşte ayrıca para alacaktık. Ortalıkta bir sürü işsiz güçsüz vardı, benim gibi. Söylenenleri yaptık. Dükkânların kapılarını camlarını kırıp içeridekileri aldık. Evleri taşladık. Kırdık döktük. Bunu yaparken de bize söylendiği gibi “yaşasın Şeyh Said!” diye bağırdık. Bizim yaptığımızı görenler ve zarara uğrayanlar, “Şeyh Said bunun için mi savaşıyor?” diyerek soğudu, geri çekildi. Kızgınlıktan karşı cephede yer alanlar oldu.”
Elazığ’da benzer olaylar yaşanıyordu. Elazığ olaylarını yaşayanlardan biri anlatıyordu:
“Elazığlılar Şeyh Said’in askerleri geliyor diye sokaklara döküldüler. Sevinç ve alkışlarla karşıladılar. Fakat görülen manzara ve şehirde yaşananlar, coşkulu desteği bir anda tepkiye dönüştürdü. Çünkü Şeyh Said’in askerleri diye karşılanan köylü kalabalığından bazıları şehre dalmış, kırıp geçiriyor, çapulculuk yapıyordu. Bu manzarayı gören halk, evine kapanıp kapılarını kapattı. Şeyh Şerif ve adamları bütün çabalarına rağmen, çapulculukları engelleyemediler. Çapulcuların yaptıkları, Şeyh Said’in askerlerine maledildi. Halk desteğinden mahrum, orta yerde kalakaldılar. Onun için Şeyh Şerif Malatya’ya yürüme konusunda emir veremedi. Bazı bozukluğu disipline etmeye çalışırken bozgun başladı.
Şeyh Said isyanı, 1800 yılında başlayıp gelen isyanlar zincirinin bir halkasıydı. Bu yönüyle yeni değildi. Var olan sorunların silah gücüyle giderilmesi çabası…
Fakat Türk Devleti “sorunların varlığını” kabul etmiyordu. Osmanlı’dan kalma gelenekle sorunları şiddet yoluyla yok saymaya çalışıyor, o arada “sorun olmadığı halde” yaşanan ayaklanmayı, eski kolaycı kestirmeden gelenekle “dış güçlerin kışkırtmasına” bağlıyordu.
Ankara: isyan dış destekli
Ankara’ya göre bu isyan “dış güçlerin”, özellikle de, “emperyalizm” diye tanımladığı İngiltere ile Fransa’nın “tahriki” sonucu patlak vermişti. Oysa tarih gerçeklerinin dokusu öyle değildi. Gerçekler söylemleri tekzip ediyordu.
1923 yılında Lozan’da imzalanan anlaşma ile TC’nin sınırını çizen, tapusunu veren Fransa ile İngiltere idi. Kürt sorununu yadsıyan da…
İki yıl önce çizdikleri sınırlardan pişmanlık duymaları için bir neden yoktu. Ayrıca Türkçe’ye de çevrilmiş belge, bilgi ve kitaplar da “emperyalizmin oyunu” söylemini yalanlıyordu. Çünkü suçlananlar Türkiye Cumhuriyeti’ne yardımda bulunmuştu.
Ermeni yazar Garo Sasuni, “Kürt ulusal hareketleri ve Ermeni Kürt ilişkileri” adındaki kitabında Şeyh Said isyanının bastırılması için İngiltere ve Fransa’nın yaptığı yardımları uzun uzun anlatıyor.
Sasuni’nin yazdığına göre İngiltere o dönemde egemen olduğu Irak sınırını tutarak, Barzani’nin güneyden yardıma gelmesini önledi. Fransa’da Suriye sınırını tutmakla kalmadı, Türk birliklerinin arkadan kuşatması için Suriye’den geçen demiryolunu emrine verdi. O nedenle Kürt çevreleri İngiltere ve Fransa’nın tutumlarını da yenilginin nedenleri arasında sayıyorlar.
Ingiltere ve Fransa Türklere destek veriyordu! |
İngiliz belgelerinde de Türkiye suçlanıyor. Musul’un İngiltere’nin elinden alınması için Şeyh Said isyanının Türkiye tarafından tertiplendiği yazılmaktadır. Yaşar Kalafat, yaptığı araştırmalarda birebir İngiliz desteğine belgelerde rastlamadığını belirtmektedir.