Şeyh Said Gerçeği Bölüm-5: Binbaşı Kasım – Bir Ajanın Portresi
Binbaşı Kasım, Varto’nun Kulan köyündendi. “Aşiret Mektebi” mezunu bir subaydı. O süvari olarak orduda çalıştı. 1918 yılında binbaşı rütbesindeyken, erken yaşta emekli edildi. Varto’ya yerleşti. Soyadı yasasından sonra, “Kasım Ataç” oldu.
Şeyh Said’le bacanaktı. Albay Halit Bey’inde eniştesiydi.
Beden yapısı, ruh haline uygun denebilecek bir anormallikteydi. Normal halleri aşan uzunluktaydı. 52
Kasım, emekliye ayrılmamış, ayırmışlardı. Şehir özlemini gidermek için sıkça Erzurum’a seyahat ediyor, kayınbiraderi Albay Halit Bey’in evinde kalıyor, yemeğini yiyor, aileden biri olarak sırlarına giriyor, sonra gidip onu ihbar ediyordu. Şeyh Said’e de bacanağı ve aileden biri olarak yaklaşıyor, edindiği bilgileri devlete aktarıyordu.
O, 1925’te muhbir, iz sürücü, tuzakçı ve “tanık” olarak görev yapıyordu.
Kürtler için “Hewar” günleriydi.
O, “güvenli”, hatta kendince “itibarlı” günler yaşıyordu. O sırada babası Ahmet, dağdan köyüne iniyor, indiği bir gün yakalanıyor, yerlerde sürüklenerek götürülüyor, bir daha geri gelmiyordu. Akıbeti kuru, anlamsız, soğuk bir kelime ile “öldü” diye açıklanıyordu.
Köylülerin aktardığına göre, babasına sahip çıkma bir yana, nerede ve nasıl öldüğü ya da öldürüldüğü, nereye gömüldüğüyle de ilgilenmiyordu. 53
İlerleyen yaşlarında, Elazığ’da, Nail Bey Mahallesinde Ermeni yapımı eski bir evde oturuyordu. Gelen ve gideri yok değildi. Eski yandaşları, Şeyh Said’e silah uzatırken yanında olanlarla, onların “sülbünden” gelenlerdi.
Kürt eliti ondan uzak ve o tecritti. Kazara onunla bir araya gelen elit, “kardeşim” diyerek sarıldığı, yemeğini yiyip, yatağında yattığı insanlara, ihanetini hatırlatarak aşağılıyor, eziyordu. Varto’nun Hormek liderlerinden Ali Haydar Dikmen, gözünü kırpmadan onu ezip suçluluğunu yüzüne vuranlardandı. Ali Haydar Dikmen, Varto’ya geldiğinde onu görmeye gitmiş, kalabalık cemaatin içinde, “dikkatli konuşun, Kasım Bey burada” diye aşağılamıştı. Onun tepkisi başını öne eğmek olmuştu. Esmer teni, upuzun boyu ile bazen Elazığ sokaklarında yürürken görülüyordu. Güzergâhı, yürüyüş yolu hep aynıydı.54
Evinden çıkıyor, melül, derin düşünceli halleriyle yürüyor, kardeşi ve Ali ve oğlunun işlettiği dükkâna gidiyor, orada oturuyor, gelip geçenlere öylece bakıyordu.
Bir tuhaf adamdı o.
Kardeşini ihbar edip ölüme yolladığı, bu yüzden kin, öfke ile dolu yüreğinin öteki tarafıyla kendisine nefretle bakan bir kadınla yaşayacak kadar tuhaftı. Yaklaşık 30 yıl ayrı kaldıktan sonra Varto’ya döndü. Yanında kendisine hiç çocuk vermemiş Gule de vardı. İhbar edip ipe gönderdiği adamın, kardeşi ve oğullarına aileden biri gibi konuk oldu. Bu tuhaf adam onların elinden su içti, ikram ettikleri yemeği yiyebildi.55
Halit Bey’in yeğeni Mehmet Emin Sever’le yapılan röportajı aynen aktarıyorum:
“Kasım 1950’lerde Söke’den Elazığ’a taşınınca Varto’ya bizim eve geldi. Çok uzun boylu, siyah bir ihtiyardı. Hastalıklı gibi görünüyordu. Yüzü ve ellerinin derisi pul pul dökülmüş gibi benek benekti. Amcamı, eniştemizi astıran kişiydi, o. Ailenin bütün fertleri eve alınmamasını, kapıdan kovulmasını istedik. Fakat babam, ‘kardeşimin katili de olsa, kapımıza geleni kovamam. Bunu yaparsak lekelenmiş oluruz’ dedi. Babamın hatırı için sesimizi çıkarmadık. Halam Gule de gelmişti. Hala hüzünlü ve matemliydi. Aradan 30 yıla yakın zaman geçtiği halde, kardeşi ve eniştesi için ağlıyordu. Annem bir gün ona ‘kardeşinin ve eniştenin başına bunca iş getiren bu adamla nasıl yaşıyorsun?’ diye sordu. Halam ağlamaya başladı. Sonra şöyle dedi: O olaydan hemen sonra yatağımı ayırdım. Bir daha birleştirmedim. Yüzüne de bakmadım. Ama ne yapayım ki kocam diye elaleme karşı katlandım.”
Kasım’ı aile çevresinde en erken teşhis eden bacanağı Şeyh Said’di. Onu yakın çevresinden, sırdaşlıktan uzaklaştırmıştı. Fakat Şeyh’in damadı, Şeyh Abdullah’ı kullanarak, son anda yaklaşmış, kafilesine katılmış ve onu tuzağa çekip düşmanlarına teslim etmişti.
Diyarbakır’daki mahkemede, “devlet tanığı” sıfatıyla, “geçen sene (1924), Kemal Paşa geldiklerinde” diyerek Muş heyetinin içinde Erzurum’a gittiğini, Halit Bey’in evinde kaldığını söylüyordu. Kasım, Şeyh Said’in, Halit Bey’le ayaklanmayı konuştuğunu bu sırada öğrendiğini açıklıyor ve değişik sorulara cevaben şunları söylüyordu:
“Şeyh Said’le evinde görüştük. Bu hazırlığınız doğru değil, dedim. Benim üzerime vacip oldu. Çıkacağım, kıyam (isyan) edeceğim, dedi.”56
Kasım, isyanın din meselesi yüzünden çıktığı iddialarını geri çeviriyor ve “asıl sebep Kürdistan’ın istiklali idi” diyordu.
Kasım tanıklığı sırasında kayınbirader, bacanak, akraba ayrımı yapmadan suçluyor ve şöyle diyordu.
“Kürtler (isyancılar) iki gruptur. Siyasiler ve dinciler. Mesela Halit Bey filan siyasiydi. Onlar komiteler kuruyorlardı. Şeyh Said Efendi diniydi.”
Mehmet Emin Sever anlatıyor:
“Babamdan dinlediğime göre Şeyh Said, şüphelendiği için onu, yanına yanaştırmıyordu. Fakat Varto ele geçirildikten sonra Şeyh Said’in damadı Şeyh Abdullah’a adam gönderiyor. Yanlış anlaşıldığını, Kürtler ve isyanın emrinde olduğunu bildiriyor, size katılıp hizmet etmeme, hizmetlerime ihtiyacınız yoksa bile, sizi ziyaret etmeme izin verin, diye adeta yalvarıyor.
Bunun üzerine Şeyh Abdullah görüşmeyi kabul ediyor. Kasım, yanına geldiğinde eğilip ayağına kapanıyor, eline sarılıyor. ‘Beni dışlamayın. Ben hain değilim. Namusum ve şerefim üzerine yemin ederim ki artık emrinizdeyim. Bana bir fırsat verin. Hizmetlerimi kanıtlayayım’ diyor.
Şeyh Abdullah, onun düştüğü duruma üzülüyor, adamlarına bırakın yanımızda kalsın diyor.
Bölge liderleri, Kasım’a karşı şüphe içinde, kimsenin güveni yok. Çünkü ajan olduğu yaygın düşünce. Hatta bazı kişiler öldürülmesini bile istiyor. Fakat Şeyh Abdullah’tan çekindikleri için dokunmuyorlardı.”
Melle Selim, isyana katılmış, önder kadrolarda yer almış bütün ailelerle iç içeydi. Melle banda alınmış tanıklığında, kasım olayını şöyle anlatıyordu:
“Bizim Varto tarafının alevi liderlerinden Mehmet Halit Fırat, devletin adamlarındandı. Aramızda ahbaplık vardı. Bizzat ondan dinledim. Şeyh Said’in ilk sorgusu Varto’da yapılırken Mehmet Halit Fırat da hazır bulunuyor. Sorguyu yapan Osman Nuri Paşa Şeyh Said Efendiye soruyor:
-Kasım için ne dersin?
Şeyh şu cevabı veriyor:
—Kasım, hükümetin sadık adamı, bizim hainimizdi.
—Siz bu sözlerinizle onu arkadaşlığınızdan koparıyorsunuz, diyor Osman Nuri.
Şeyh Said cevap veriyor:
—Zaten arkadaşım değildi ki koparayım. Bizim hainimizdi!”
Melle Selim, kimliği bilindiği halde, Şeyh’in en yakınına nasıl sokulduğu hakkında da şunları anlatıyordu:
“Kasım, Şeyh Said tarafından itilmişti. Melekanlı Şeyh Abdullah, onu hareketin içine aldı. Şeyh Abdullah, hareketin önemli adamlarından biriydi. Şeyh Said Efendi’nin de damadıydı. Şeyh Abdullah Piran olayı patlak verir vermez harekete geçiyor. Gırvaz köyünde büyük bir toplantı yapıyor. Toplantıya çevreden gelen 3bin kişi katılıyor. Hareket geçmek için Şeyh Abdullah’ın emrini bekliyor. Şeyh Abdullah bir konuşma yapıp diyor ki:
—İçimizde askerliği ve savaşı bilen yok. Askeri komutan Halit Bey’di; O da Bitlis’te ceza evinde. Bize Halit Bey gibi biri lazım.
Toplantıya katılanlar heyecanlı. Bitlis’e doğru yola çıkmaya karar veriliyor. Bu sırada Kasım’ın kardeşi Reşit ortaya çıkıyor. Gidip Şeyh Abdullah’ın elini öpüyor. Emrinde olduğunu söylüyor:
—Varto hazır. Kasım, bizzat Varto’yu teslim edecek. Size götürmeye geldim, diyor.
Şeyh Abdullah şaşırıyor:
—İyi ama diyor, Kasım bizimle beraber değil, bildiğimiz kadarıyla o, devlete çalışıyor.
Reşit, Kasım’a iftira edildiğini, ajan olmadığını, hareketi desteklediğini söylüyor. Kasım’ın kendisini kanıtlaması için fırsat verilmesini istiyor, yalvarıyor. Şeyh Abdullah, bunun üzerine yumuşuyor. Askeri bilgiye sahip kişiye ihtiyaç nedeniyle de Kasım’ın katılma isteğine rıza gösteriyor.
Kürt ileri gelenlerden kimsenin Kasım’a güveni yoktu. Ama olayların sıcaklığı içinde Şeyh’e karşı çıkıp itiraz etmiyorlar. Gırvas’tan Varto’ya doğru yola çıkılıyor. Yolda, köylerden kopup gelen atlılar da katılıyor. Kafile büyüyor. Bağlu, Baska, Dadina ve Rindalya köylerinden Varto’ya gidiliyor. Varto kansız teslim alınıyor.
Bu sırada Kasım korkular içinde. Adı ajana çıktığı için vurulup öldürüleceğinden korkuyor. Bir adamını gönderiyor Şeyh Abdullah’a,
—Eğer hayatım garanti altındaysa ve kabul ederse, gelip elini öpmek istiyorum, diyor.
—Gelsin, diyor Şeyh.
Kasım, çıkıp geliyor. Eğiliyor. Şeyh’in ayağını ağzına sokup öpüyor. Sonra ellerine sarılıyor. Ağlamaya başlıyor.
—Hata ettim, diyor. Hareketin başarılı olacağını düşünmemiştim. Pişmanım. Beni affedin. Size biat ettim. Canım, başım ve bütün sadakatim ile davanın yolundayım, diyor.
Şeyh Abdullah, ağlayan koskocaman adamı ayağı kaldırıyor.
—Tamam, diyor. Artık mesele kalmadı. Bizimlesin…
Şeyh Abdullah, onu da yanına alarak Hükümet Konağına gidiyor. Konağı teslim alıyor, Kürt bayrağı çekiliyor.
Hükümet Konağının önünde büyük bir kalabalık toplanmış. Binlerce kişi var. İnsanlar heyecanlı. Kimi heyecandan ağlıyor, kimi dua ediyor.
Şeyh Abdullah, kalabalığa bir konuşma yapıyor. Halkın, Kasım’a güvensizliğini ve öfkesini bildiği için olmalı ki soruyor:
—Davamızda beni önder olarak kabul ediyor musunuz?
Kalabalık bir ağızdan,
—Evet, diye bağırıyor.
Bunun üzerine Şeyh Abdullah şöyle diyor:
—Siz beni kabul ettiniz. Fakat hayatım boyunca silah bile patlatmadım. Savaştan, askerlikten anlamam. Mademki bana güveniniz var, bende cephenizin askeri sorumlusu olarak Kasım Bey’i tayin ediyorum. Sizin bana güvendiğiniz gibi, bende ona güveniyorum.
Şeyh Abdullah’ın bu sözleri soğukluk yaratıyor. İnsanların yüzü buruşsa da, o anda kimse açıktan “hayır” diye bağıramıyor, ama kimi küsüyor, kimi mırıldanıp arkasını dönüyor, oradan ayrılıyor.”
Şeyh Abdullah, Kasım’ın isyana katıldığını ve komutanlığa getirildiğini bildirdiğinde,
Şeyh Said; “olan olmuş” diyerek, memnuniyetsizliğini belirtiyordu.
Melle Selim anlatıyor:
“Kasım, yıllar sonra Varto’ya döndüğünde, oturup uzun uzun konuştuk. Ona Şeyh Said Efendi’yi sordum. Bana dedi ki:
—Şeyh Said öyle cesur bir adamdı ki, ne korktu, ne de kimseyi ele verdi. Yalan da söylemedi. Hiçbir şeyi inkâr etmedi.
Hatta mahkeme reisi sordu:
—Neden isyan ettin?
Şeyh cevap verdi:
—Ben dini vecibemi yerine getirdim.
Reis tekrar sordu:
—Senden başka Müslüman yok muydu?
Şeyh Said anında verdi cevabını:
—Herkesin göreviydi…
Kasım, bazı Kürtlerin gösterdiği cesarete şaşırmıştı. Bana, Dadinanlı Temo’yu övdü ve şunları söyledi:
—Dadina köyünden Devreş Ağa’nın torunu Temo’ya, mahkeme sırasında, Hâkime akrabam olduğunu söyle, ben de kabul edeyim. Benim koruduklarım asılmıyor. Seni kurtarayım’ dedim.
—Hayır, dedi. Davamdan vazgeçmem. Beni kurtarmanı da istemiyorum.
Evrakta, bazı insanların baba adları, köyleri yanlış yazılmıştı. Bazen biri çıkıp köyüne itiraz ediyor, ‘Ben oralı değilim’ diyordu. Böylece olaylarla ilişkisi olmadığı anlaşılıyor ve ceza almaktan kurtuluyordu. Sahaglı Melle Emin’e dedim ki:
—Mahkemede kalk, ben Sahaglı değil, Bongılanlıyım de, kurtulursun, dedim. ‘Olmaz’ dedi. ‘Davamdan vazgeçip can derdine düşmem.’ Temo gibi, o da asıldı.”
[52] Ahmet KAHRAMAN, a.g.e s.93
[53] Ahmed BOTANİ, Kürtler ve Kürt Tarihi, Ank. 1994 s.45
[54] Ahmet KAHRAMAN, a.g,e, s.96
[55] Celile CELİL, Kürtler, Ank. 1992 s.83
[56] Marksist Tutum, Kürt İşbirlikçilerinin Değişmeyen 80 Yıllık Tarihi